
- Hiçbir beşeri dil O’nu gereği gibi anlatma imkânına sahip değildir.
- Allah demek, anlam demektir. //”Bir bu anlaşılsaydı son yüzyılda” – ismet özel//
- Allah tasavvurunun doğru olması demek, hayatını bina ettiğin “anlam”ın hakiki olması demektir.
- Merkezinde Allah’ın olduğu hayatın 2 kanadı vardır: Tevhid: İnsan – Halık ilişkisi Adalet: İnsan – Mahlûk ilişkisi
- Allah lafzının kökenindeki kelimelerin ortak noktası sevgidir.(Sf.15)
- “Allah” lafzı ağızda başlar, göğüste biter. //sf. 17. Hû zikri? hu – o//
- Mutlak nefes, ilahî nefestir.(sf 18) //Allah’ın ruhundan üflemesi ve “hû – h” arasında bağlantı olabilir mi?//
- Kur’an’ın amacı lafzî bir inşadan çok, manevi bir inşadır.
- “de ki” emri bir şeyi yapmamızı değil, dememizi emreder. Allah hakkında doğru tasavvuru dile getirmek Salih amelin ta kendisidir. //Hocam, “demek” nedir? “söylemek” ne manaya gelir? Demek/Söylemek kaç şekildedir? Dil söylemenin haricinde, hâl ile söylemek yok mudur? Hâl de söylemez mi? Zihin, dil ve fiilen –ki fiil hepsini barındırır- bir “söyleme” emri olarak anlıyorum bunu.//
- “de ki” emir kipiyle gelmiştir. Bunun bir anlamı da tartışma/müzakereye açık olmamasıdır. İlahi inşaya muhtaçlığın ifadesidir.
- Âlem, ilm’den gelir. Bütün varlık O’nun varlığına atıf yapan bir “ilm”in alametidir.
- Allah tasavvurundaki sapma, putçuluğu getirdi. Putlara, Allah’a yakın olduğuna inandıkları meleklerin yeryüzündeki simgesi olarak tapıyorlardı. Üç büyük puta (Lat, Menat, Uzza) bu yüzden dişil isimler koymuşlardı. //Dişi tapıncının sebebi Tanrıya yakınlık gayesi miydi acaba? Muhammed Resul’ün kavminde de dişi tapıncına dair izler olması manidar. Kız çocuğu kurbanı da bu bağlamda incelenebilir.//
- İnsanın Allah’a kulluğu özne-nesne ilişkisi değil, özne-özne ilişkisidir. //Toplumu İnşa Eden Kur’an Kavramları’nda “İnsan Allah’ın mülküdür.” demişti. Bu ifadenin doğru olduğunu varsayalım. Bu durumda insan, özne olarak da Allah’ın mülkü konumundadır. Öznem, şahsiyetim, tasavvurum ve tasarrufum Allah’ın mülküne dâhil. İlahi aitlik. “Erkek sahip, kadın ait olmak ister.” Diyen Dücane Cündioğlu’na not: Kadınlar daha mı iyi kul? İlahi adaletsizlik. Hah hah.//
- Allah’a inanmak yetmez; Allah’a layıkıyla inanmak gerekir. Bu da, Allah tasavvurunun doğru inşası ile mümkündür.
- Akıl, kuşatamadığını kavrayamaz. Sınırlamak mecburiyetindedir. Bu sebepten tümdengelim, tümevarım yahut analoji metotlarıyla Allah’ın zatı kavranamaz. Sınırsız olanı kavramının yolu imandır. İmanın olmadığı yerde inkâr vardır diyemeyiz ama küfür vardır. Örmek vardır. //Esmai Hüsna analoji ile tümevarımı taklide yarayan araçtır diyebilir miyiz? Esmai Hüsna da sınırlar ve zatını karşılamaz. Zıtlıkların inşası?//
- Her inkar bir önyargıdır, sığlık neticesidir. //Kuşatamadığına iman etmezsin ve inkâr doğar.//
- İman etmek bilincin miracıdır. İman, soyuta –her ne kadar Allah soyut olmasa da- olan ilgiyi arttırır ve insandaki soyutlama yeteneğini geliştirir. Her türlü soyutlamanın bir sınırı vardır. Allah’a iman idrakte sonsuz ufuklar açar ve onu sonu olmayan bir teamül yolculuğuna çıkarır. İnkâr ise bilinci, bilinçaltına mahkûm eder.
- Kelimei Tevhid, tüm kelimelerin akleden kalbidir.
- La ilahe illallah derken dudak kullanılmaz. La ilahe illallah içerisinde noktalı harf bulunmaz. Bunun anlamı kelime-i tevhid’in tali değil, asli seslerden oluşmuş olmasıdır.
- Mutlak varlığın ispatını tasavvur etmek, mutlak yokluğun nefyini ispat etmekten önce gelir. Kelimei tevhid’in başında gelen “la ilahe” nefyi, aslında “illallah” ispatıdır. Güçlendirme amacını taşır.
- “İlah yoktur, yalnızca Allah vardır” ifadesi yanlıştır.
- Kâinat, tevhidin şuursuz şahididir. İnsandan istenen şuurlu şahitliktir.
- Şehadet, Allah’a tanık olmaktır. Şehadet, yaratılış ve hilkatini O’na tanık kılmaktır. Şehadet, evvela kendine şahit olma demektir.
- Allah, zatıyla mutlak gaybtır.
- Allah hakkında yapılacak hiçbir akıl yürütme sahibini sahih bilgiye götürmez. //Doğruluğu kesin bilgi mevcuttur ama sınırlı insan sınırsız olanı hakkıyla kavrayamaz.//
- Allah hakkında yakîn bilgi dururken zanların peşine düşmek zanların en kötüsüdür. Kur’an bu durumu “Allah hakkında kötü zan beslemek” olarak niteler ve onlar için “fenalığın girdabını boylasınlar” (48:6,12) der. // Fetih 6: “Ve Allah hakkında kötü sanılar besleyen erkek münafıklarla kadın münafıklara ve erkek putperestlerle kadın putperestlere, o kötülük girdabı başlarına dönesilere azap etsin diyedir bu. Allah onlara öfkelenmiş, onları lanetlemiş ve kendilerine cehennem hazırlamıştır. Kötü bir varış yeridir o.” Fetih 12: “Siz sanmıştınız ki, resul de müminler de ailelerine bir daha asla dönmeyecekler. Bu düşünce kalplerinizde süslendi de çirkin bir sanıya saplandınız ve mahvolmuş bir topluluk haline geldiniz.”//
- Kur’an’ın konusu Allah değil insandır. Fakat Allah’a atıfta bulunmayan bir pasaj bulmak imkânsızdır.
- İnsanın Allah hakkında söyleyebileceği şeyler dilin imkânlarıyla sınırlıdır. Tefekkür, dilin sınırlı imkânlarını aşar. Allah, kalplere tasarruf eder ve onları sabit kılar.
- Eşyanın 3 tip varlığı vardır:1) Harici Varlığı: Her türkü isimlendirmenin, algının ötesinde bizzat kendi varlığıdır. “hak” olarak varlığıdır.2) Zihinlerdeki Varlığı: harici ve hakiki varlığın idrak edebilenlerin idrakine yansıyan varlığıdır. Su deyince aklımıza suyun kendisi gelmez, muhayyilemizdeki imge gelir. Zihin ve harici mutabakat halindeyse bilgi doğrudur. İlim, malumun âlimin zihnindeki formudur. Hiçbir şeyin zihnî varlığı hakikisini tutmaz.3) Dillerdeki Varlığı: Hakiki varlığın zihinde bilgiye dönüşmüş halinin ifadesidir.Lâfzî varlığın farklılığı hakiki ve zihin varlığını farklı kılmaz.
- Allah deyince aklımıza ne gelir? İşte Esmai Hüsna bu sorunun cevabını inşa eder.
- Allah’ı bilmek, tanımak ve anlamak için soru sormaya Allah’tan başlamak yanlış yerden başlamaktır. Soru sormaya en yüceden başlamak haddi aşmaktır. Eşyayla alakalı hiç soru kalmamış gibi Allah’ı sormak? // Vahiy, Allah’ı anlatmakla başlamadı mı? Vahiy, eşya üzerinden mi Allah’ı tanıttı sadece? Ki, eşyayı ne zaman bitirebilirsin, nasıl bitirebilirsin? Zannımca, Allah’ı bildiğin vakit eşyayı bitirirsin. Ne bileyim ya. Öyle işte.//
- Besmelenin “billahi” şeklinde değil “bismillahi” şeklinde başlaması esmai hüsna’nın kulun miracı olduğuna delalettir.
- Tüm ilimler Allah’ın o alandaki esmasına ulaştırdığı oranda data olmaktan çıkıp ilim olur. İlm kelimesi “işaret, iz, nişan, sembol, simge, logo” anlamlarına gelen “alamet” mastarından türemiştir.
- İman, önbilgidir.
- Mutlak tenzih Allah’ı hayattan dışlarken, mutlak teşbih de Allah’ı beşerleştirir. //Allah algısını beşerleştirir.//
- Vahiy, O’nun bütün bir âlemi yaratıp yönetim tahtına kurulduğunu söylerken(7:54) bunu bir fiil alarak getirmiş. O’na asla Mustevi ismini vermemiştir. Bu nedenledir ki işitme ve görmesinden yola çıkılarak O’nun zatına tatma ve koklama isnat edilemez.
- “O Allah’tır, tektir”deki O, tenzih ve teşbihtir. Allah’ı gösteren “O”, sıfat ve fiillere ilişkin tüm çağrışımlardan arınmıştır. Bilinçli bir müphemlik, kapalılık ve örtülülük vardır. Fakat, aynı zamanda işaret edilen, gösterilen yani tarif edilendir. Elmalılı tabiriyle: “İbham içinde tarif, tarif içinde ibhamdır.” Allah’tır ile bu ibham çözülmekte, tarif tamamlanmaktadır. Devamında yer alan ‘samed’ isbattır. Sanrası ise selb’tir. Bu adeta Allah hakkında aynı ayette farklı zamirler kullanılmasına benzer.(17:8, 20:53, 31:10) Bunun 2 işlevi vardır: Adem zihninde Allah’ı kişileştirmemek hem de Allah’ı insan hayatından dışlamaya izin vermemek. Bu Kur’an’ın üslubunun parçasıdır. Sf.83
- “Attığın zaman sen atmadın, Allah attı.” Vahiy düşünme yönünü veriyor: İçkinden aşkına doğru. //Hocam, biraz zorlama mı olmuş sanki?//
- Allah gördüğü için “basir” değil, “basir” olduğu için görür.
- İnsanın görmesi dolaylıdır.
- Esmai Hüsna Allah’ın ahlakıdır. İnsan, Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmalıdır. Esmai Hüsna = Mükemmel Ahlah
- Bismillahirrahmanirrahim 2 anlama gelir: 1) Rahman ve Rahim Allah adına: Kimle, kim sayesinde? Allah adına, Allah sayesinde. 2) Rahman ve Rahim Allah adıyla: Ne ve kim adına? Allah adına. Bu manada insanın neyi niçin yaptığının bilincinde olup olmadığı test edilir. Allah adına bir şey yapmak “hilafet” bilincidir.
- Besmele, insanlıkla yaşıttır.
- Besmelenin başındaki “be” edatı ilsak içindir. İlsak, iki şeyi birbirine bağlamak, iki taraf arasında ilişki kurmak için köprü, bağlantı yapmaktır.
- Besmele; hamd-şükür, ilsak, sekülarizmi ret, dua ve zikir demektir.
- Sevgiyi kavrayan herkes, Allah’ı bir gülü koklama rahatlığıyla kavrar. Sevgiyi anlayan herkes, Allah’ı anlamakta acze düşmez. Fakat sadece aklın kavradıklarıyla yetinen kimselere Allah kendini açmaz. //Bu ne demek? Kur’an’da akletmek üzerine defalarca değinilmiş. “Akleden kalp” diye bir kavram var, eyvallah. Lakin bu manayı nereden çıkarttın? Delilin nedir? Allah adına hüküm veriyor, bir de utanmadan “gül” edebiyatı yapıyorsun. Samimiyetinden şüphe ediyorum senin. Buda’nın üzerine oturduğu gül neydi? Sinekkuşu ve lotus’tan çok mu etkilendin? Yoksa Horus öykünmesi mi? Gül ile Bülbül menkıbelerini pek mi sevdin? Haçın ortasındaki gül estetik mi geldi? Gülü koklayınca hangi hakikate erip Allah’ı kavrayacakmışım? Kavramak, kelimeden de anlaşılacağı üzere “kapsamak” manası taşıyor. Hani aşkın varlığı(!) içkin varlık kavrayamazdı. Gül kokusu sarhoşluğu level mı atlattı da Rabbi kavradın? Bu sevgi pıtırcıklığından iyice gına geldi. –Yazdıklarımı abartılı bulanlar olabilir. Ben de büsbütün kani değilim zaten. Yazmadıklarım fazla olsa da, yazayım dedim. Kendime not.//
- Allah’ı O’na yaraşır bir sevgiyle seven, bu sevginin üzerine titrer. Kur’an böylelerine muşfikun adını verir. Yani Allah sevgisini yitirme korkusuyla tir tir titreyenler. “Onlar O’nun yüceliği karşısında derin bir saygıyla titrerler.”(21:28) derken kastettiği kimseler bunlardır. Allah korkusu adı verilen de budur. //Ayete kafaya göre mana vermekte bugün. Ayete uyduramadık, ayeti uyduralım.//
- Lillahi’deki “lam” özne için ihtisas ve mülkiyet, yüklem için istiğrak anlamı taşır. Lam’ın mülkiyet olması şu manadadır: Hamd O’nun mülkündedir. Hamdın tümü Allah’a aittir.
- Fatiha’nın tek isim cümlesi ilk cümlesidir. Bir cümlenin isimle başlaması, o cümlede ifade olunan hakikatin zaman dışı ve sabit bir hakikat olduğuna delalet eder. //Fatiha’nın ilk cümlesinden kastı, “elhamdulillahi rabbil alemin” cümlesi. Oysa Fatiha’nın ilk cümlesi besmele değil mi?//
- Hamd Allah’a yapılır. Şükür ise Allah başta olmak üzere size emek veren herkese. Lokman 14: “Biz, insana anne babasını önerdik. Annesi onu güçsüzlükle taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yılda olmuştur. O halde bana ve ana babana şükret. Dönüş banadır.”
- Şükür nimeti artırır, nankörlük azaltır. (“Rabbinizin şunu duyurduğunu da hatırda tutun: Eğer şükrederseniz, ben de sizin için mutlaka artıracağım. Ve eğer nankörlük ederseniz hiç kuşkusuz benim azabım çok çok şiddetlidir.” İbrahim 7) İnsanın şükrü kendisine verilen nimetleri yerli yerinde kullanmasıdır.
- Hamd Allah’ın verdiği nimete kulun ödediği karşılık değildir ve olamaz da. Hamd, ödeşme değildir. Her an borçlu olduğunu bilip, hayranlık duyma halidir.
- Zikrin bir anlamı da şeref, onur, itibardır. 43:44
- Zikir hayata müdahilliktir. Zuhruf 36: “Kim Rahman’ın Zikri’ni görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytanı musallat ederiz de o ona can yoldaşı olur.”
- İnsan dua ile istemeden evvel duayı istemelidir. Bunu istemek Allah’la konuşan bir kalp istemektir. Furkan 77: De ki: “Duanız/davetiniz yoksa, Rabbim sizi ne yapsın? Yalanladınız; bu yüzden azap kaçınılmaz olacaktır.”